Cuma, Eylül 11th 2015

BİROL DOK
Hint-Pakistan yarımadasındaki esir bir millete hürriyet aşkı aşılayan ve yazdığı eserlerle İslâmî düşüncenin yeniden doğuşunu sağlayan kahramanlardan biri olan büyük mütefekkir Muhammed İkbal, Câvitnâme adlı eserinde Friedrich Wilhelm Nietzsche’nin çeşitli fikirlerine atıflarda bulunmaktadır. Daha ziyade Esrâr-ı Hudî adlı eserinde bu tesirler, daha açık bir şekilde müşahede edilmektedir. Eflatun aleyhindeki şiddetli sözler, Ego’nun üç mertebesi, elmas ve kömür, elmas ve çiğ hikâyeleri hep Nietzsche’den alınmış ilhamlarla yazıya geçmiştir.
Avrupa’nın mazlum ve mahzun aydınlarının öne çıkan temsilcisi olan Nietzsche için; “O, LA’DA KALDI, İLLA’YA GİTMEDİ, ABDUHU MAKAMINI BİLMEDEN GİTTİ” yorumunu yapan Muhammed İkbal, onun bu halini de şöyle tavsif etmektedir: “Arkadaşları onun cezbe haline dair bir fikir edinmemiş, onu mecnun zannetmişler./Akılların, aşk ve serhoşluktan nasibi yoktur-hâlbuki onun nabzını doktorun eline verdiler!/Doktorlarda bile aldatıştan başka ne var? Avrupa’da doğan meczubun hâline vay!/İbni Sina, kalbi de reçeteye sokar, kan alır ve uyutucu haplar verir./O bir Hallac idi; kendi şehrinde yabancı-canını molladan kurtardı, fakat doktor onu öldürdü./Avrupalılarda yolu bilen kimse yoktu; onun nağmesi sazın tellerine fazla geldi./Yolcuya hiç kimse yoldan bir nişan göstermedi, onun varidâtı yüz engele uğradı./O, nakiddi ama kimse onun ayarını bulamadı; o, iş bilen idi ama kimse ona iş yaptıramadı./O kendi ahında kaybolan bir âşıktır, kendi yolunda kaybolan bir yolcu idi./Onun serhoşluğu her camı kırdı, Allah’tan çekildi, kendinden de ayrıldı./Zâhiri gözle kahır(Celal) ve dilber(Cemal) sıfatının karışmasını görmek istedi./Onun varlığı, Kibriya makamı idi; o makam, akıl ve hikmetin ötesidir./Hayat, Ben’in işaretlerinin bir şerhidir; lâ ve illâ, Ben’in makamlarındandır./O, lâ’da kaldı, illâ’ya gitmedi; abduhu makamını bilmeden gitti.”(1)
NİETZSCHE’NİN ÇILDIRIŞI VEYA AVRUPALININ MECNUN CAHİLLİĞİ
Şimdi Nietzsche’nin son günleri ile ilgili Batılı kaynaklar ne diyor bir bakalım…
Nietzsche, 1889 yılının başına kadar yaşadığı bilinçli ömrünün son noktasında ikamet mekanı olarak Turin’i seçer.
“Bu gerçekten benim şimdi ihtiyacını hissettiğim bir şehir” ve “bu şehir tarifsiz bir şekilde sempatik” cümleleriyle Turin’i öven filozof, öyle bir mekân bulduğuna inanıyor ki annesine yazdığı mektupta burayı; “şans eseri buluş” olarak nitelendiriyor ve buranın ebedî bitkin vücudu için elverişli olduğunu söylüyor.
Son üretken yılı olan 1888’de, sırasıyla; Wagner Olayı, Putların Alacakaranlığı, Deccal, Ecce Homo ve Dionysos Dithyrambosları adlı kitapları incelendiğinde filozofun içinde bulunduğu ruh hali ortaya çıkmaktadır. Bir yandan kendi özeleştirisini dile getirebilme çabası diğer yandan anlaşılmak için mutlak ve güçlü bir haykırışla sesleniş… Turin de ikamet ettiği son birkaç ayda ağırlıklı olarak Nietzsche‘nin artan şuur kaybı hakkında kendi mektuplarının yanı sıra bir başka kaynak daha vardır: Nietzsche’nin ev sahibi olan Fino ailesinin raporları.
Ernesto Fino, 1888’in sonbaharında şunları bildiriyor: … “profesör keyfi ve davranışları itibari ile dengesiz olmaya başlamıştı (…) delilik dramı gittikçe belirginleşiyordu. O’nun konuşmaları dahi anlamını yitirmeye doğru gidiyordu.”
Nietzsche’nin durumu ile ilgili Fino ailesi şunları anlatmaktadır; “herkesçe bilinmektedir ki şehirde gerçekleştirilecek muazzam bir ziyafet çerçevesinde kral ve kraliçenin sözde Nietzsche’yi kendi konağında ziyaret etme arzusu varmış.”
Nietzsche şuurunu gittikçe kaybetmekte, kendisini evrensel ve tarihsel çapta tanınan bir şahsiyet halinde görmekte, böylece de kendisini mutlu ve güven içerisinde hissetmektedir.
27.12.1888 tarihinde bu feci gidişatın son noktası olarak belirginleşen ve manevi çöküşün manifestosu olarak değerlendirilen üzüntü verici ünlü olay cereyan edecektir.
Fino ailesinin bir yakınından rivayet edilmektedir: „Günün zirve olayı ise David Fino’nun, profesörü (Nietzsche) iki polisin arasında ve çığlıklar içerisinde haykıran bir grup insanlar eşliğinde Via Po taraflarında görmesidir. Dakikalar evvel Nietzsche bir faytonun beygirine sarılmış ve bırakmamakta ısrar etmiştir. Faytoncu beygire öyle bir darbe indirmişti ki, Nietzsche dayanamayıp hayvan ile dayanışmayı kendine vazife bilmiştir.“
Nietzsche, bu hadiseyi takip eden günlerde şuurunu gittikçe kaybetmiş bir hale gelmiştir. Bir âşık gibi arkadaş ve dostlarına – bunların arasında Ariadne diye adlandırdığı Cosima Wagner dâhil – kısa veya uzun mektuplar ve fikir kırıntıları yazıp bunları “Dionysos“, “Çarmıha Gerilmiş“ veya “Nietzsche Caesar“ olarak imzalamıştır.
5 Ocak 1889 tarihinde Basel’de bulunan Profesör Burckhardt’a yazdığı uzun mektup şu meşhur cümleler ile başlamaktadır: “Sayın profesör, son olarak tanrı olmaktan ziyade Basel’de profesör olmayı tercih ederdim, lakin kendi egoizmimi dize getirmekle dünyanın yaratılışından vazgeçemezdim. Görüyorsunuz her daim fedakârlıklarda bulunmak gerekiyor. (…).“ Burckhardt bunun üzerine derhal Franz Overbeck’i haberdar eder. Fino ailesinin rivayetlerine göre şuur kaybı öyle had safhaya ulaşmıştır ki Ocak ayının sonlarında sokaklarda insanları durdurarak şöyle demektedir: „Ben tanrıyım, kılık değiştirdim ki insanlara yaklaşabileyim.“
Artık, Nietzsche banknotları ve mektupları yırtmakta, bağırıp çağırmakta ve çıplak vaziyette dans etmektedir.
Overbeck, mektupları ve diğer yazılanları okur okumaz sadık bir dost olarak; hasta olan Nietzsche’yi ve bir refakatçiyi alarak 9 Ocak’ta tren garına götürmektedir. Üçü birlikte yola düşerler. Yolculukta Nietzsche „Ecco Homo“dan birkaç satırı kâh mırıldanarak kâh ıslık çalarak dile getirmektedir. Nihaî sonun başlangıcı buradadır.
Bu noktada Nietzsche’nin uzun vadeli karanlığa çöküşü başlamaktadır. Nietzsche, bu hadiseden sonra on seneden fazla bedeni olarak yaşasa da ruhen ölmüştür.(2)
DOSTUMUZ NİETZSCHE’Yİ NASIL YAKİNEN TANIYABİLİRİZ?
Aslında Friedrich Wilhelm Nietzsche okumalarına “Deccal (Der Antichrist) –Hristiyanlığa Lanet” kitabından başlanılmalı… Bakın Dostumuz Nietzsche ne diyor:
“Hristiyanlık bizi antik kültürün mirasından etti, daha sonra da, bir kez daha, Müslüman kültürün mirasından etti. İspanya harika Mağribî kültür dünyası, bizim için temelde, Roma ve Yunanistan’dan daha akraba, bizim duyum ve beğenimize daha yakın olan bu dünya, ayaklar altında ezildi….Çünkü yaşama “Evet” diyordu; hem de Mağrib yaşamının nadide ve rafine hoşluklarıyla….Sonradan Haçlılar önünde toza toprağa yatmaları….Haçlı seferleri yüksek bir korsanlık, başka bir şey değil! Tabii istedikleri talandı: Doğu zengindi…” (3)
NİETZSCHE’YE GÖRE FELSEFE NEDİR? NİHİLİZM NEYE YARAR?
Farklı bir kültürden, ayrı bir dünyadan gelen derin ve acı bir çığlık olan Nietzsche’ye göre felsefe şudur; “felsefe, bugüne dek anladığım, yaşadığım gibisi, yüksek dağda, buz içinde gönüllü yaşamaktır, varlıkta yabancı, sorunsal olanı, şimdiye dek Töre’nin yargıladığı her şeyi arayıştır. Yasaklar için de böylesine uzun bir gezginlikten edindiğim görgümle, bugüne dek yapılan töre eleştirmenin, ülküleştirmenin nedenlerini, istendiğinden başka türlü görmeyi öğrendim. Feylesofların gizli öyküsü, taktıkları büyük adların psikolojisi aydınlığı çıktı benim için. Bir kafa ne denli doğruya dayanabilir, ne denli doğruyu göze alabilir? Benim için gitgide asıl değerler ölçüsü bu oldu. Yanılgı (ülküye inanç) körlük değildir, yanılgı korkaklıktır… Bilgide her kazanç ileriye atılan her adım yüreklilikten gelir. Ülküleri çürütmüyorum ben, onların önünde eldiven giyiyorum yalnız… Nitimur in vetitum (=Yasaklanmış olana erişmektir amacımız). Felsefem bu parolayla üstün gelecek bir gün; çünkü şimdiye dek, kural olarak, yalnız doğruları yasakladılar.”(4))
Nietzsche’nin temel kaygıları olan Almanlığı, Hristiyanlığı ve Avrupalılığı onun için hep bir mücadele alanı olmuştur. O, bu temel kaygıları ile olan mücadelesinde, yıkıcı, yıkarak düzen önerici ve düşünmede ki hastalıkları gösterici bir filozoftur. Nihilizmi “en yüce değerlerin kendi değerlerini yitirmesi” yani anlam yitimi olarak değerlendiren Firedrich Wilhelm Nietzsche,19. yüzyıldaki Batı uygarlığını tehdit eden olarak gördüğü Nihilizme yeni bir anlayış getirmiştir.
Nietzsche kaleme aldığı bir şiirinde; “Tüm sevinçli arzular sonsuzluğu ister/İster derin, derin sonsuzluğu demektedir.” (5) Nihilizmden öteye ötelerin ötesine ulaşmak isteyen bireyler için yeni bir ufuk olan bu anlayış, hiç şüphesiz ki nihilizmden sonrası için yeni bir çığlık olan yepyeni bir dünyaya doğuştur.
Filozof Nietzsche’ye göre hiçlik değerlere karşı olmak değil onların kendilerini değersizleştirmesi, anlam yitimi ve yeniden bir doğuşa yönelmekti. Şimdinin Avrupa uygarlığı ise nihilizm sonrası bir kültürü tartışmakta kendi ölmüş değerleri üzerine….(Acaba biz ne haldeyiz? Sormak gerek kendimize)…
Candaki sonsuzluğa verdiği manâ ile gönlüne ulaşacak bir anlayış beklenirken; yazık ki kısa bir zaman içinde Avrupalı ne cana ne de gönlüne erişemeyecek…(Acaba biz gönülden, candan ne kadar uzaklaştık, hangi istasyonda inmeyi düşünüyoruz?)…
Sürekli bir yeniden doğuş olan hiçlik yine Nietzsche’nin değişiyle “beni öldürmeyen şey beni daha güçlü kılar” deyişiyle daha güçlü üst insanlar yaratma sanatıdır.
Köhnemiş zihniyetlere ve anlam yitimine uğramış etiksel değerlere savaş açan Filozof Nietzsche, Tanrı’sına karşı bir mistik edasıyla şöyle yalvarmaktadır:” Hayır/gel geri/bütün işkencelerinle birlikte geri gel/bütün gözyaşlarım sana akıyor/yüreğimin son alevi/seni aydınlatıyor/gel, geri gel,/ tanınmaz Tanrım acım benim/ son mutluluğum benim.” (6)
Sahte ilahlara savaş açan Nietzsche, Tanrıyı ise şöyle tasvir etmektedir; “Bir şey bir kez Tanrı diye adlandırılınca-O kimse felakete karşı koyardı, bu insanoğlunu bozdu ve onun maneviyatını kırdı. Tanrı’nın ismi hürmetsizce kullanılmamalıdır.” (7)
Yani “Tanrı Öldü” diyen Nietzsche, aslında anlam yitimine uğrayan sahte ilahlığı öldürmekte ama son mutluluğu olan Tanrı’sını ise bir mistik edasıyla bütün hücrelerinde bulmaktadır. Nietzsche’nin hayatıyla birlikte yazdığı yaşam felsefesi Nietzsche severlere ve nihilden ötesini tasavvur edenlere yeni bir dünya sunmaktadır.
Yeni bir Dünya için hiç şüphesiz ki Nurettin Topçu’nun şu haykırışına kulak vermek gerek: “Bizim Allah’ımız isyanın Allah’ıdır.”
(Hece Aylık Edebiyat Dergisi, Sayı: 225 Eylül 2015)
(1)Muhammed İkbal, Câvitnâme, Çev: Annemarie Schimmel, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1989, s.351-359,
(2)http://www.friedrichnietzsche.de/?REM_sessid=&action=21&nkat=Finale&nextspur=22,
(3) Friedrich Nietzsche, Deccal (Der Antichrist)-Hristiyanlığa Lanet, Çev.: Oruç Aruoba, Hil Yayınları, İstanbul, 1986, s.96,
(4) Friedrich Nietzsche, Ecco Homo-Kişi Nasıl Kendisi Olur, Çev.: Can Alkor, Say Yayınları, İstanbul, 1993, s.9,
(5)Ahmet İnam, Nietzsche’nin Gönlü, (Birol Dok, Nietzsche’nin Nihilizmi Kitabı içerisinde), İskenderiye Kitaplığı, Ankara,2008, s.18,
(6)Friedrich Nietzsche, Dionysos Dithyrambosları, Çev.: Oruç Aruoba, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1993, s.79,
(7) Birol Dok, Nietzsche’nin Nihilizmi, İskenderiye Kitaplığı,3.Baskı, Ankara,2008, s.68.
*Yazarların görüşleri mutlak olarak Prizren Post’un görüşlerini temsil etmemektedir.
Etiketa: araştırmacı, Birol Dok, köşe yazıları, yazar