Büyük Dava Adamı Mehmet Akif Ersoy


Perşembe, Aralık 17th 2015
BİROL DOK

Birol DOK

Hak yolun unutulmaz simalarından biri olan Mehmet Akif Ersoy dün olduğu gibi bugün de Türk Milliyetçilerinin manevi liderlerinden biri, belki de birincisidir. Çünkü o bu gün milli ve manevi değerlerine sahip çıkan Asım’ın neslinin ilk temsilcisidir. O idealindeki Türk gençliğini Asım’ın şahsiyetinde bütünleştirmiştir. Zaten Akif’i anlatan her yazar Asım’dan bahsetmek zorundadır. Nasıl Tefvik Fikret denince akla Haluk gelirse… Süleymen Nazif’de Akif’in Asım’ını şöyle anlatır: ‘Asım asırımızın gelecek asırlara tahsis edilmiş bir hediyesi bir heyecan selamıdır. Asım bir ıstırap içinde kıvrana kıvrana can veren altı yüz senelik bir devrin, Akif’in dehasının yarattığı bir kuğu şarkısıdır…’

İstiklal harbimizin manevi liderlerinden olan Akif, şiirleri ve vaazlarıyla yıkılmış bir devletin darmadağın olmuş insanlarına cihad ruhunu vermiş ve onları hürriyet ve istiklal ülküsü etrafında birleştirmiştir. Nasrullah kürsüsünden ‘Türk Milletine Hitap’ (Kastamonu, 19 Kasım 1920) adıyla verdiği vaaz yurdun bütün camilerinde hutbelerde okunmuştur. Daha sonra bu vaaz Elazığ, Bitlis, Diyarbakır, Van illerini içine alan El-Cezire kumandanı Nihat Paşa tarafından bastırılıp, cephedeki askerlere dağıtılmıştır. Nihat Paşa, Akif’e bir telegraf çekerek bu konuşmasından dolayı kutlamıştır. Akif, bir yandan bu tarzdaki vaazlarına devam ederken bir yandan da Anadolu’da ki milli hareketi destekleyen Hintli bir müslümanın yazısını dilimize çevirip yayınlıyor ve Anadolu’ya dağıttırıyordu. İstanbul’un işgalinden bir buçuk ay sonra, Akif memurluğunu ve ailesini bırakıp, milli kuvvetlere katılmak üzere Ankara’ya gitmiştir.

Mehmet Akif:
“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı cananı bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.”
mısralarında anlatığı halet-i ruhhiye ile milli mücadelemizdeki yerini almıştır.

Mehmet Akif, emperyalizme karşı mazlum milletlerin istiklalini savunan bir Türk Milliyetçisiydi. O fikirlerinde daima aşırılıklardan kaçınmış ve Hazreti Peygamberin (s.a.s.) buyurduğu gibi devamlı surette orta yolu izlemiştir. Akif, milliyetçiliği bir kurtuluş yolu olarak görmüş ve İslam’ın son kalesi olan Anadolu’nun kurtulması için mücadele vermiştir. Akif, milliyetçiliğini şu mısrasıyla çok açık bir şekilde dile getirmiştir: ‘Sözü sağlam, özü sağlam adam ol, ırkına çek.(Nevruz’a başlıklı şiirin son mısrası, Safahat) istiklal marşımızdaki ‘Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal’ mısrasından da anlaşıldığı gibi milliyetle övünen ve milletinin sonsuza değin yaşayacağına inanan şairimiz Türklerin manevi liderliğinde uyanacak İslam milletlerinin sömürgeci devletlerin hegomonyasından kurtulacağını ummaktadır. Akif, lider olma kapasitesine sahip milletini şu mısralarda anlatmaktadır;

“Bir zamanlar bizde millet, hem nasıl milletmişiz
Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!
Kapkaranlıkken bütün afakı insaniyyetin
Nur olup fışkırmışız ta sinesinden zulmetin.”

Aldığı dini terbiye ile hayatının her safhasında ve her eserinde göze çarpan İslamiyet’ın, mukaddes kitabını da hıfzetmiştir. Hafız Mehmet Akif’in İslam birliği ülküsü hemen bütün yazılarında sezilir. Bu ülkünün temeli, o sıralarda, dağınık ve güçsüz, hatta tefrika içinde ve sahipsiz gözüken İslam dünyasının, İslamlığın şerefli bayrağı altında toplanması, bir ve bütün varlık haline gelmesi için şuurlu duruma getirilmesi uğrunda çok çaba harcanması, yayın, propaganda ve mücadelelerle birleşme ve bütünleşmenin gerçekleştirilmesi yollarının açılması, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberin hadislerinin ışığında yürünerek mutlu, huzurlu ve başarılı bir hayata ulaşılması arzusu, azmidir. Bu ülküye inanan Akif, 28 Mart 1921 tarihinde Kastamonu ilçelerinde halka şöyle selenmiştir: “Ey Cemaati Müslimin! Ta ervah aleminde dilimizle söyleyip, kalbimizle tasdik ettiğimiz bu büyük din izzet dinidir, azamet dinidir, saadet dinidir. Alçaklık dini değildir, tembellik dini değildir, sefalet dini değildir. Kalimetullah’ı yükseltmek için dünyanın dört bir yanına koşan önüne dikilmek isteyen her türlü engelleri, eziyetleri yıkıp geçen atalarımızdan olsun sıkılmaz mısınız? O kahraman müslümanlar size dünyalar kadar geniş memleket, dünyaları titreten bir saltanat ve tarihler dolusu mefahir (öğünmek) bıraktılar. Ya sizler evladınıza, akrabalarınıza miras olarak acaba ne bırakıp gideceksiniz?…”

Akif, Türk Milletinin düştüğü o günkü durum ve cemiyetin bozukluğunu dinden uzaklaşmakta, İslam’ı asıl kaynaklardan değil de, ana babadan yanlış bilgilerle öğrenilip yaşanmasında ve bu yüzden lüzumsuz bir tembelliğe, tevekküle, taklitçiliğe saplanmakta buluyordu. “Böyle gördük dedemizden sözü dinen merdud/Acaba saha-i tatbiki neden namahdud?/Çünkü biz bilmiyoruz dini, evet bilseydik/Çare yok, göstermezdik bu kadar sersemlik.”, “Demek; İslam’ın ancak namı kalmış müslümanlarda;/Bu yüzdenmiş, demek hüsran-ı milli son zamanlarda.”, “Ölüler dini değil, sen de bilirsin ki bu din/Diri doğmuş duracak dipdiri durdukça zemin.” bu ve benzeri mısralarında İslamiyetin yanlış anlaşıldığını ve iyi bilinmediğini, bununda cehalet mahsulü olduğunu anlatır.

İstiklal marşımızda da belirttiği gibi;
“Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakkın
Kimbilir belki yarın, belki yarından da yakın.”

İdealinin gerçekleşeceğinden emin olan Akif, düşmanın vatandan atılışı ve İstiklal harbinin kazanılışını görmüştür, fakat şirilerinde daima belirttiği İslam’ın kurtuluşunun çok uzaklarda olduğunu görmesi ile sükut-u hayale uğramıştır. İşte bu sebeple 1923 Ekim’inde Abbas Halim Paşa’nın davetini Kabul ederek Mısır’a gider. Büyük idealleri olan istiklal marşı şairi vatandanda yardanda ayrı kalmanın hüzünü ile şu mısraları yazmıştır;

“Mamure-i dünyayı dolaştıysa da yer yer
Son son: “Hadi sen kumda biraz oyna…” demişler.”

Akif, geleceğin nasıl olabileceğini tahmin edebilen münevverlerdendi.
“Ey koca şark, ey ezeli meskenet,
Sen de kalkınmaya bir yol niyyet et!
Korkuyorum Garb’ın elinden yarın,
Kalmayacak çekmediğin mel’anet!…”
derken de uzak istikbalden dahi ümitsizdi. Yine de Akif, İslam’ın ona verdiği inanç ile, mücadele aşkı ile hak bildiği yoldan taviz vermedi ve bu idealini Asımlara miras bıraktı. Çünkü ona göre Asım; mukeddesatın bekçisi, vatanın namusuydu. Çanakkale harbi denilen o müthiş boğuşmada, Asımlar kendisinden beklenen tarihi vazifesini hakkıyla yerine getirmişti.

Asım’da iki özellik göze çarpar. Bunlar; fazilet ve marifettir. Fazilet manevi değerleri, marifette ilmi, dünyanın maddi nimetlerini, insanoğlunun istifadesine sunan pratik bilgiyi anlatır. Akif, ümidi olarak gördüğü Asım’dan beklediklerini şu mısralarla anlatmaktadır:

“Sade Garb’ın, yalnız ilmine dönsün yüzünüz.
O çocuklarla beraber gece gündüz didinin;
Giden üçyüz senelik ilmi sık elden edinin!
Fen diyarından sızan na-mütenahi pınarı,
Hem için hem getirin yurda o nafi suları
Aynı menbaları ihya için artık burada,
Kafanız işlesin oğlum, kanal olsun arada.”

İlme bu kadar değer veren Akif, fazileti yani ahlakı ilmin hemen yanında temel şart olarak ileri sürmektedir. Bu görüşüne misal olarak da şu mısralarını verebiliriz:
“Bir halas imkanı var: Ahlakımız yükselmeli!” keza diğer beyitinde;
“Gökten inmez bir de hiçbir şey… Bütün yerden taşar;
Kendi ahlakıyla bir millet ölür, yahut yaşar.”, bu ahlakın da;
“Ne irfandır veren ahlaka yükseklik, ne vicdandır;
Fazilet hissi, insanlarda Allah korkusundandır.“ beytinde de açıkladığı gibi ancak Allah korkusundan veya sevgisinden gelebileceğini açıklamaktadır.

Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek’de onu şöyle tavsif etmektedir: “Akif’in harb arabasını iki at çeker: Biri iman ve İslam savaşçısı, öbürü şair… Esas olan birincisi… Dava, Akif’i anma vesilesiyle, yarın arkasından muhteşem bir tulu, birdenbire bir tepecik üzerine peydahlanacak şanlı süvari gibi o büyük adamı ve ardındaki ovalar dolusu yeni gençliği gözlemekten ibarettir. Ne zaman? “Kim bilir belki rarın belki yarından da yakın…” (Akif’in 101. Doğum Yılında, 1972).

Her büyük Müslüman Türk mütefekkirinin arzusu olan gençliği Asım’da görmek sanırım gerçeğin ta kendisidir. Zaten memleketi Asım’ın nesli kurtarmıştı,
“Asım’ın nesli diyordum ya… Nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.” beyitinde de belirtildiği gibi yine o beklenen nesil kurtaracaktır. Rahmetli Mehmet Akif bekliyordu, o nesli, kimbilir umduklarını ne oranda buldu. Ama şu bir gerçektir ki, Türk Milletinin bağrından Asım’ın nesilleri daima çıkmıştır, çıkmaya da devam edecektir.
Çünkü bu millet için savaş bir bayram kadar, bir düğün kadar güzel ve tabiidir. Ve “mukaddes davalarda ölüm bile güzeldir” diyen insanlar bilmektedir ki:

“Sahipsiz olan memleketin batması haktır
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.” şiarı ile hareket eden fertler vatanlarının gerçek ve tek sahipleridir.

27 Aralık 1936’da bu fani dünyaya gözlerini kapayan Üstadımız,
“Gök kubbenin altında yatar, al kan içinde,
Ey yolcu, şu topraklar için can veren erler.
Hakkın bu veli kulları taş türbeye girmez;
Gufrana bürünmüş, yalınız Fatiha bekler.” mısralarında belirtiği gibi bizlerden Fatihalar beklemektedir.

Allah-u Teala ruhunu şad, mekanını cennet eyleye…


16.12.1984 – Bizim Ocak Dergisi

*Yazarların görüşleri mutlak olarak Prizren Post’un görüşlerini temsil etmemektedir.

Etiketa: , , ,