Eski Ortadoğu çöküyor, ya yenisi?


Çarşamba, Aralık 16th 2015
Akif Emre

Akif Emre

OrtadoÄŸu’da gerilimin yeniden tırmanması, muhtemelen daha da tehlikeli boyutlar kazanacak olması ne anlama geliyor? Özellikle Irak’ın iÅŸgali sonrası iç savaÅŸlara evrilen sürecin, daha da kötüsü bu durumun geniÅŸleme riskinin her geçen gün artıyor olmasının anlamı nedir? Yalancı bahar gibi gelip geçen Arap Baharı’nın ardından bölgenin sinir uçlarını kanatan ayrışmaları uzaktan seyretme lüksümüz de kalmadı.

Tüm olup bitenleri alt alta sıraladığımızda ortaya çıkan sonuç şudur: Ortadoğu çöküyor.
OrtadoÄŸu’nun siyasi haritasından askeri dengelere, kültürel dokusuna kadar mevcut hali ayakta tutan sütunlar, yani OrtadoÄŸu sistemi çöküyor. Bunu, bugün tezahür ettiÄŸi ÅŸekliyle OrtadoÄŸu’nun din ve kültürüyle alakalı görmek isteyen anlayış, bizzat bu çöküşün faillidir.
Tüm sorumluluğu dışımızda arayan, sürekli Batılıları suçlayan alışılmış tepkileri bir kenara bırakarak, gerçekten neyin çöktüğünü anlamadan, neyin kurulmak istendiğinin ve faillerinin kimler olduğunun anlaşılması zor.

OrtadoÄŸu denilen dengeyi tutan üç tarz-ı siyaset vardı: Hanedan yönetimleri, ideolojik tek parti iktidarları, askeri diktatörlükler. Bunların büyük kısmının ortak özelliÄŸi ise azınlık ve zayıflık (yönetimi) olmasıydı. Irak’ta bölgenin tek partili – laik diktatörlüğü (Baas) aynı zamanda Sünnilere dayanan bir azınlık yönetimiydi. Suriye’deki askeri diktatörlük (Baas) Nusayri azınlığa yaslanmaktaydı… Bu tür doÄŸrudan siyasal azınlıkların yanı sıra zihniyet, dünya görüşü, dayandığı seçkinler sınıfı bakımından farklı azınlık biçimlerine dayalı yönetimler söz konusuydu. Azınlık sorunu emperyal bir projedir. Zira zaten yapay parçalara ayrılmış bölgede azınlık ve zayıflık iktidarları gücünü kendi tabanından çok bölge dışı küresel güçlerden aldığı destekle saÄŸlar. Zayıflığın en bariz göstergesi dış bağımlılıktır. Hegemonik iliÅŸki bu denge ile sürdürülebilirdi.

Bölgede statüko çökerken yeni dengenin nasıl ve hangi unsurlara dayanılarak kurulacağının belirsizliği bir yana, kendi ekseninde yeni denge kurmaya çalışan yerel ve küresel aktörlerin güç mücadelesi yaşanmaktadır.
Bir yanda eski statükoyu korumak için elindeki tüm imkânları kullanarak bölgeyi ÅŸekillendirmeye çalışan güçler, diÄŸer tarafta kendi stratejik etki alanını geniÅŸletmek adına bölgeyi tabandan zorlayan unsurların aynı anda devrede olduÄŸu bir süreçten bahsediyoruz. Üstelik ABD’nin tek başına küresel güç olmaktan çıkıp bölgede yeni küresel aktörlerin etkin olmaya baÅŸladığı son derece tehlikeli bir dönemdeyiz.

Mücadele dini ve kültürel ayrışma üzerinden yürütülüyor gibi aksettiriliyor ve adeta tüm kötülüklerin kaynağının halkın dini ve mezhebi tercihleri olduÄŸu yönünde bir algı sürekli iÅŸleniyor. Gerçekten de medya pazarına bakılacak olursa İslam’a karşı İslam/lar savaşıyor. Adeta Müslüman olmaktan kaynaklanan bir kanlı süreçten geçtiÄŸimize ikna edilmeye çalışılıyoruz.
Oysa bu toprakların yegane dayanağı ve onu bir arada tutacak değeri dini ve onun etrafında şekillenen yaşama şeklidir.
Bu durum sadece bireysel hayat tarzlarıyla alakalı da değil. Siyasal tecrübesi de sanılanın aksine bu bölgeyi kan ve çatışmadan koruyacak eşine az rastlanır birikime işaret eder. Bu kaotik ortamda bu cümleler afaki algılanacaktır büyük ihtimalle. Medya ve siyasal propaganda makinesi işlemeden siyasal sonuçlar alınmaz zaten.

Bölgede hemen hemen tüm yapılar tam anlamıyla ‘artificial’… Bu yapay, sekter/etnik ve azınlık formülünün ayakta tuttuÄŸu statükonun sancısız ayakta durması imkansızdı. Bölge dışı güçlerin bölge kaynaklarına dair stratejik çıkarları zorlama bir dengeyi dayattı. Eskiyi yıkarken/yıkılırken yeninin kurulmasında yerel deÄŸil ama yerli birikim ve deÄŸerlere yaslanmaya izin verilmeyecek. Hatta var olan deÄŸerler tahrip edilirken tarihsel hafıza, ortak medeniyet birikimi, sosyal doku bozulmadan yeni statüko kurmak istemeyecekler. SoÄŸuk savaÅŸ sonrası yıkılan ama kurulamayan dengenin sancılarını çekiyor, bedelini ödüyor OrtadoÄŸu.

Yönetim tarzları, ideolojileri ne olursa olsun birbiriyle tarih boyunca en gerilimli iliÅŸkiye sahip olan ama buna raÄŸmen kan dökmeme baÅŸarısını gösteren iki ülke var: Türkiye ve İran. 400 yıldır savaÅŸmamak üzerine kurulu bir dengeyi sürdürme iradesini gösteren devlet tecrübesinden, derin hafızadan söz ediyoruz. ÇoÄŸu kez derin çeliÅŸkiler ve zıtlaÅŸmalarla dolu ama savaşılmadan bugüne gelebilen bir tecrübe… Dünyada sınırdaÅŸ olup ve bu kadar farklı çıkar ve rekabet iliÅŸkisini savaÅŸsız sürdürebilen örnek yok denilse yeridir. Bu savaÅŸsızlık halinin sorunsuzluk demek olmadığını söylemeye gerek yok. Zaten bu durumu anlamlı kılan da bunca çeliÅŸkili ve zıtlaÅŸmaya raÄŸmen barışın korunması…

Bugün birbiriyle kapıştırılmak istenen, İran’da neo-Safevi/Åžii kanal ile Türkiye’de neo-İttihatçı damarların pompaladığı söylem son derece tehlikeli bir tırmanıştır. Bunun yansımasının Irak’ta, Suriye’de nelere mal olduÄŸunu hep birlikte görüyoruz.
Toplumsal talepleri bastırıp bölgesel dengeleri koruma stratejisi çökünce bu kez toplumların birbiriyle çatıştırılmasına dayalı bir kaos çıkartıldı. Bu kaosla -bölgenin tarihine, dinine, medeniyet algısına rağmen- tüm bu dokunun tahribiyle sonuçlanacak, yeni ama her anlamda dış etkiye açık bir denge isteniyor. İster etnik talepler, ister sekter hayaller adına olsun, tahrip edilen bölgenin insan ve fiziki varlığı ve onu var kılan değerleri: yani Müslümanlık…

Kaynak: yenisafak.com.tr

*Yazarların görüşleri mutlak olarak Prizren Post’un görüşlerini temsil etmemektedir.

Etiketa: , ,
En son