İslâm Ahlâkında Diğergâmlık


Cumartesi, Mart 12th 2016
Osman Nuri Topbaş

Osman Nuri Topbaş

Bir Soru Bir Cevap | Genç Dergisi

Yıl: 2014, Ay: Ağustos, Sayı: 95

Efendim; Diğergâmlık nedir? İslâm ahlâkı, müʼminlere nasıl bir diğergâmlık ufku telkin eder?

Bir mü’minin ahlâk ve fazîlet seviyesini gösteren en bâriz ölçü olan diğergâmlık, kendinden önce din kardeşinin huzur ve saâdetini tercih edebilmektir. Yani benlikten diğergâmlığa geçip; «Önce ben» yerine «önce sen» veya «önce o» diyebilmektir. Bu bakımdan diğergâmlık, kalbî olgunluğun bir tezâhürüdür.

Mü’min, diğergâm insandır. Zira sırf kendi menfaatini düşünen, kaba, hodgâm, bencil ve cimri bir insan tipinden Rabbimiz râzı olmamaktadır.

Cenâb-ı Hak, Habîb-i Ekrem Efendimiz’in müstesnâ hayatıyla, bizlere bir mü’minin, nasıl bir diğergâmlık ufku taşıması gerektiğini tâlim buyurmaktadır.

Nitekim Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, dâimâ kendi nefsinden önce ümmetini düşünmüştür. Kendisine ikrâm edilen bir şeyi, önce ashâbına dağıtmış, onları rahat ve huzura kavuşturmadan kendisi de rahat ve huzur bulamamıştır. Meselâ kendisine açlığını gidermesi için takdim edilen bir sütü, bütün ashâb-ı suffe ile paylaşmış, ancak onlar tamamen doyduktan sonra kalan süt ile kendi açlığını bastırmıştır.

Yine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem -seferlerde ve savaş esnâsında en önde bulunarak ashâbına destek olmuş, dönüşte ise kafilenin arkasından gelerek, yürümekte güçlük çeken zayıflara yardım etmiş, onları terkisine bindirerek kendilerine duâ etmişlerdir.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şu ifâdeleri, O’na ümmet olma bahtiyarlığına eren her bir mü’mine, ne eşsiz bir şefkat, merhamet, diğergâmlık ve mes’ûliyet duygusu tâlim etmektedir:

“Ben her mü’mine kendi nefsinden daha ileriyim, daha yakınım. Bir kimse ölürken mal bırakırsa, o mal kendi yakınlarına âittir. Fakat borç veya yetimler bırakırsa, o borç bana âittir; yetimlere bakmak da benim vazifemdir.” (Müslim, Cuma, 43; İbn-i Mâce, Mukaddime, 7)

Diğergâmlık, insanların sadece maddî ihtiyaçlarıyla değil, bütün sıkıntılarıyla meşgul olmayı gerektirir.

Şu hâdise bu hususta güzel bir misâldir:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizbir gün bir elbise dükkânına varıp dört dirheme bir gömlek satın almıştı. Gömleği giyerek dışarı çıktı. O esnâda Ensâr’dan bir zât ile karşılaştı. O kişi:

“–Yâ Rasûlâllah! Bana bir gömlek giydir, Allah Sana Cennet elbiseleri giydirsin!” dedi.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hemen gömleği çıkarıp o sahâbîye giydirdi. Dükkâna geri dönerek dört dirheme bir gömlek daha aldı. Yanında iki dirhemi kalmıştı.

Birden yolda ağlamakta olan küçük bir hizmetçi kız gördü ve:

“–Niçin ağlıyorsun?” diye sordu. Kızcağız:

“–Yâ Rasûlâllah! Yanlarında çalıştığım âile iki dirhem verip beni un almaya göndermişti, parayı kaybettim!” dedi.

Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kalan iki dirhemi de ona verdi. Dönüp giderken kızcağızın hâlâ ağlamaya devam ettiğini fark edince yanına çağırıp:

“–Niçin ağlıyorsun, dirhemleri aldın?!” buyurdu. Kızcağız bu defa:

“–Geciktiğim için bana cefâ ederler diye korkuyorum!” dedi.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onunla birlikte, hizmet ettiği âilenin evine kadar gitti ve selâm verdi. Evdekiler Efendimiz’in sesini tanıdılar, ancak cevap vermediler. Peygamberimiz ikinci kez selâm verdi, yine karşılık vermediler. Üçüncü selâmında “Aleyküm selâm” diyerek büyük bir sevinçle dışarı çıktılar. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–İlk selâmı duymadınız mı?” buyurdu.

“–Duyduk yâ Rasûlâllah, ancak çokça selâm verip bizi bereketlendirmenizi arzu ettik, onun için hemen cevap vermedik. Sizi buraya kadar getiren nedir, annelerimiz babalarımız size fedâ olsun?!” dediler.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Bu kızcağız sizin kendisine cefâ etmenizden korktu.” buyurdu.

Bu sözü işiten ev sahibi:

“–Mâdem siz onunla birlikte buraya kadar teşrif ettiniz, o artık Allah için hürdür!” dedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de onları hayırla ve Cennet’le müjdeledi. Sonra da şöyle buyurdu:

“–Allah on dirheme ne kadar da bereket lûtfetti. Onunla Peygamber’ine ve Ensâr’dan bir zâta birer gömlek giydirdi ve bir köleyi de âzâd eyledi. Allâh’a hamd olsun! Bütün bunları kudretiyle bizlere lûtfeden O’dur.”(Heysemî, IX, 13-14)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, ümmetini diğergâmlığa şöyle teşvik etmişlerdir:

“Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Kim bir kardeşinin ihtiyacını karşılarsa, Allah da onun ihtiyacını karşılar. Kim bir müslümanın herhangi bir sıkıntısını giderirse Allah da onun kıyâmet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da kıyâmet gününde onun ayıplarını örter.”(Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58)

Sadece kendini düşünmek, diğer insanlara karşı duygusuz davranmak, müslümana yakışmaz. Zira Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Komşusu açken tok yatan kimse (kâmil) mü’min değildir!” buyurmuşlardır. (Hâkim, II, 15; Heysemî, VIII, 167; Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, no: 112)

Ebû’l-Hasan Harakānî -rahmetullâhi aleyh-’in şu ifâdeleri, takvâ ile seviye kazanmış mü’min bir gönlün, nasıl bir diğergâmlık ufku sergilediğinin bâriz bir misâlidir:

“Türkistan’dan Şam’a kadar olan sahada birinin parmağına batan diken, benim parmağıma batmıştır. Birinin ayağına çarpan taş, benim ayağıma çarpmıştır. Onun acısını ben de duyarım. Bir kalpte üzüntü ve hüzün varsa, o kalp benim kalbimdir.”

Antakyalı Ebû’l-Hasan şöyle nakleder:

“Bir defasında otuz küsur kişi Rey şehri civarındaki bir köyde toplanmıştı. Bunların, hepsine yetmeyecek kadar sayılı çörekleri vardı. Çörekleri parçaladılar, ışıkları kısarak yemeğe oturdular.

Bir müddet sonra sofra kaldırılmak üzere ışıklar açıldığında, ekmeklerin olduğu gibi sofrada durduğunu gördüler. Zira sofradakilerin her biri diğer kardeşini kendisine tercih etmiş, hiç kimse çöreklerden yememişti.” (İhyâ, III, 572)

İşte İslâm’ın insana kazandırdığı diğergâmlık, merhamet ve muhabbet ufku… Son bir misâli de, Hazret-i Mevlânâ’nın Mesnevî’si bereketiyle hidâyet bulmuş, yanık bir Peygamber âşığı olan, hocam Yaman Dede’den nakledeyim:

Bir gün derste öğrencilerinden biri sorar:

“–Hocam, ağır bir günâhın altında kalmayı mı, yoksa cüzzam illetine tutulmayı mı tercih edersiniz?”

Yaman Dede der ki:

“–Allâh’ın kullarının gönül dünyasından bir an için uzaklaşmak ve duyarsız kalmaktansa diri diri yanıp kül olmayı tercih ederim!”

Velhasıl müslüman, din kardeşinin huzuruyla huzur bulan, hüznüyle mahzun olan, diğergâm, merhametli ve fedakâr insandır.

Şeyh Sâdî ne güzel buyurmuştur:

“Her insanda bir kalıp ve kıyafet görüyorsun. İnsanlık, o kalıp ve kisve ile değildir. İnsanlık; âlicenaplık ve diğergâmlıkladır. Sûret yeterli değil, asıl sîret (yani gönül âlemi) lâzımdır.”

Cenâb-ı Hak, bizleri din kardeşlerinin derdiyle dertlenip, onları kendimize tercih eden, takvâ sahibi sâlih kullarından eylesin…

Âmîn…

*Yazarların görüşleri mutlak olarak Prizren Post’un görüşlerini temsil etmemektedir.