Cumartesi, Ekim 24th 2015
En basit polisiye mantıkla bu işten kim kârlı kim zararlı çıkıyor diye soracak bir feraset yok mu? Ağıtlar Kürtçe, Türkçe, Arapça iken kahkaha ve sevinç naraları hangi dilde? Kim kârlı çıkıyor bu kaostan?
Hikâyemiz Selçuklularla başladı. Muhammed bin Davut Çağrı Bey, nam-ı diğer Alparslan Gazi, Malazgirt önlerindeydi. Ordusu ekseriyetle Horasan’dan, Buhara ve Semerkant’tan, Hoy’dan, Balasagun’dan, Merv’den bozkırın atlıları; Oğuzlardan müteşekkildi. Abbasi Hilafetinin etkin olduğu coğrafyadaki mücahit Arap kabileleri, ve aşağı Mezopotamya bölgesinde Ekrad kabileler yani Müslüman Kürt’ler (Zagros Dağlarındaki Yarı Göçer Kabileler) Bizans’ın kalabalık ordusuyla gelen Romen Diyojen’in karşısındaydılar.
Kürt’lerin, Arap’ların sayıları şu kadardı veya bu kadardı, ne fark eder? Toplanıp Oğuz Hakanı sancağında birleşen bu Müslümanlar Bizans’ın kapısına dayanmışlardı. Ve literatür onlara “Türkler” dedi…
O gün bu gündür Selçuklu, Eyyûbi, Memlûk veya Osmanlı bakiyeleri olan Müslüman Balkanlılar hakkında, “batı” diye nitelendirdiğimiz cenah, iş bu önlerine çıkan ümmet-i Muhammed’in ordusuna “Türk” dediler… Her ne kadar etniği Kürt, Arap, Çerkez, Arnavut, Boşnak, Oğuz vs. olsa bile ezan okuduğunda Allah’ın divanına durdukları, kısaca cihat eden muharip Müslüman (Alp-Eren) oldukları için, bu doğulu ordulara Türk dediler!
Oğuz alemdardı, Arap ve Ekrad (Kürt aşiretleri) kılıçdar! Çünkü o Mekkeli yetime gönül vermişlerdi bu yiğitler, bahadır alperenler. Bir yetimle başlayan dava, ümmetin yine yetim Türk ve Kürt evlatlarının boynunda… İşte bunca saldırı, fitne fesatlık bundan! Aman bu cihangirler bir beraber olmasın! Tüm korkuları bu…
Bir bakıma, Türk lafzı Müslümanlığı temsil etti. Abbasiler’den, Memluklar’dan sonra Osmanlı ile beraber Hattin’de, Konstantiniyye’de, Niğbolu’da, Mora’da, Mohaç’ta, ve Çanakkale’de her ne kadar Arap, Acem, Türkmen, Kürt, Çerkez, Arnavut, Boşnak, Zaza, Laz, hatta Ermeni ve Rumların da zaman zaman destekleriyle katıldığı savaşlardaki Muhammedi ordulara “Türk” demişlerdir. Türklük bir ortak ideal ve kültürün şemsiyesi olmuştur artık! Buna da Fütuhat-ı Muhammediyye demişlerdi.
Dün olduğu gibi bugünde, Adem dünyaya indirildiğinden beri süregelen hak-batıl mücadelesindeki şeytani kuvvenin yansıması olan, geçmişteki Haçlı ve Tapınakçı zihniyetinin zamane versiyonu çıkagelmiş ve imamesiz tespih gibi saçılmış Müslüman coğrafyası üzerine türlü operasyonlar düzenlemekte, türlü algı operasyonları, laboratuar ürünü radikal terör guruplarıyla şer saçmaktalar.
Bütün kaosların, iç savaşların, terörist faaliyetlerin, marjinal mezhebi çatışmaların, çiçekle kelebekle değil de tank-top-tüfekle gelen “baharların” tümünün İslam coğrafyasında Orta Doğu’da patlak vermesinin masum bir tesadüf olduğunu düşünen var mı?
Bunu yaklaşık bin yıl önce de yapıyorlardı, şimdi de benzer taktik psikolojik harekâtlarla yine Orta Doğu’da yine Darûl İslâm’ın orta yerinde yapıyorlar. Batıllar, Nemrutlar üzerine düşen görevi lâyıkıyla yerine getirirken, bizim İbrahimler nerede?
Türlü mezhep ayrımcılıklarıyla, etnik bölücülüklerle, türlü toplum mühendisliği ve algı operasyonlarıyla Müslüman dünyasını boşlamayan o tanıdık düşman, bu gün yine türlü postlara bürünerek Müslüman Türk’ün ve Müslüman Kürt’ün iman dolu göğsüne şer gürzlerini vuruyor. Hatta Müslüman Türk ve Müslüman Kürt’lerden bir şeyin intikamını alıyor gibiler! Kim olabilirler?
944 yıl önce Malazgirt önlerinde Romen Diyojen ordularına karşı, Selçuklu sülalesinden atam Muhammed Alparslan bin Davut Çağrı bin Selçuk’un cümle askerlerinin mübarek ve aziz ruhlarının şad ve rahmet-i ilâhiyeye mazhar olmalarını fakir dilimden arz ederim. Allah şuur kaybına uğramış Oğuz’un bir an önce töresine, benliğine dönmesini nasip eylesin.
Ey benim Müslüman ve şecaatli Kürt kardeşim! Birliğimizi ve dirliğimizi bozan bu hayasızca akın, dimağlarımızı çürütüp şuurlarımızı bulandırdı. Dedemizin mezar taşını okuyamadığımız için davalarından da bihaber düştük. Duvara asılmış kitap ve camiye sıkıştırılmış dinle bu kadarlık İslam geliyormuş demek ki. Zira İslam barış demek, selam demek, selamet demek…
Ümmetin mücahit evladı Kürtler! Bu sancağı bin yıldır kılıç hakkı kaldıran dedelerinizin hatırasına dönünüz! Malazgirt’te Hattin’de İznik’te Mohaç’ta ve dün Plevne’de Çanakkale’de şehit düşen Ümmet-i Muhammed’in iftihar-ı medarı olan Kürt ağaları beyleri! Titreyin silkelenin ve feraset kılıçlarınızı yeniden dövün, zira demiri doru olan çelik çabuk tava gelir.
Yeniden gafile, zalime, Kılıcarslan’ın, Selahaddin’in tokadını atın! Zira batıl yekpare olup her yönden hakka saldırmışken, hakkın safları yitik ziyan ve dağılmış haldedir. Selahaddin’in, Kılıcarslan’ın, Nureddin’in, Yavuz’un kemikleri sızlamasın diye, yeniden Türk cihan mefkûresine dönmemiz gerekir. Hani o dün temellerini Malazgirt’te beraber attığımız Türk cihan mefkûresine!
İman sahibi tek bir Kürt yaşayana kadar Türkiye bölünemez, ve bölücü unsurlar hedefine ulaşamazlar. Zira kumaşı farklı unsurlar zahiren Türk Devletine hasmane görünseler de esas korkuları Müslüman Kürd’ün aşılmaz ferasetidir.
Türkiye’de kaos isteyen odaklara sabır ve itidal içerisinde yüzlerce yıllık devlet olma bilincimiz ve ümmet şuurumuzla bir feraset tokadı atacağız. Öldürmeyen daha güçlü yapar. Kemale eren zevale düşer. Osmanlı örselenip Türkiye doğdu. Türkiye Osmanlı’dan da öteye gidebilir. Zira Osmanlı Selçukludan bakiyeydi, Selçukluyu geçti. Bu tarih şuuru içerisinde meydanda tezgâhlanan bin bir fitne rüzgârlarına aldırmadan birlik ve beraberlik şuurunu sürdürmek mecburiyetindeyiz.
Allah cümle şehitlerimizin ruhunu şad eylesin, terörün sokakları yakıp yıkan hengâmesinde can yitiren kardeşlerimizin de ruhları şad olsun, Allah askerimizi polisimizi ve sair kuvvetlerimizi görünür görünmez tüm şerlilerin şerrinden korusun ve muzaffer kılsın.
Maalesef bu coğrafyanın, Anadolu’nun kaderi bu, kim ki bu toprakta yaşadıysa ya Hititler gibi, Helen gibi, Roma gibi, Osmanlı gibi büyük devlet olduysa Anadolu onu kabul etti. Değilse teneke bir duruşu asla kabul etmeyen bu küheylan derhâl sırtından attı ve gerçek sahibini aradı. Ya büyük düşüneceğiz, bu atı süreceğiz ve şahlandıracağız ya da bu attan düşeceğiz. Tarih tekerrür eder ama farklı makamlarla. Her çağın bir makamı vardır, bu devirde oyunu kuran olmalı, yoksa oyuna gelmek kalıyor. Ertan Özyiğit’in de dediği gibi; ‘Eğer satrançta iki tarafı da siz yönetirseniz, hiçbir zaman yenilmezsiniz, hangi taraf kazanırsa kazansın oyun sizindir…”
Çözümü ve ittihadı uzaklarda aramak bize zaman ve fırsat kaybettirmekten başka bir şey getirmedi. İttihat çoklukların birleşimi iken, tevhid ise birin bütünlüğüdür. Daha kavi, daha güçlüdür, Orta Doğu’nun kan revan hali, alem-i İslam’ın başsız kalması (şuursuz, ussuz kalması) tüm sorunların omurgasını teşkil ediyor. Bir olmazsak, diri olmazsak, iri olmazsak her an yutulmaya hazır lokma gibi tepsiye koyarlar bizi. Yeni Türkiye ümmet için bir şeyler yapabilecek bir Türkiye demektir. Biz güçlü olursak ümmet de güçlü olur. Çünkü biz Osmanlı’nın torunlarıyız.
*Yazarların görüşleri mutlak olarak Prizren Post’un görüşlerini temsil etmemektedir.
Etiketa: Harun Davut Karahanlı, köşe yazıları, yazar