Uzun ince bir yolda


Salı, Temmuz 12th 2016
Harun KARAHANLI

Harun KARAHANLI

Evvela hafızamızdan kısa bir film şeridi geçirelim. Abbasi Halifesine “Necmüd’din” dedirtecek kadar ümmet-i Muhammed içinde yıldızı parlayan Oğuzlar, doğudan Moğollar batıdan Haçlılar içerde Haşhaşiler ve mezhep savaşları, darbeler ve iç çekişmeler, dışarıda çetin varlık yokluk mücadeleleri içersinde sancağı kaldırmış ve garba sipahi çekmişlerdi. İslam dünyası bir taraftan Şii Fatımiler öte yandan Sûnni Abbasilerle bir dualite sergileyerek fitne fücura elverişli tefrikalara zemin oluşturuyordu.

Bidat nedir bilmeyen tertemiz imanıyla gazanfer millet Oğuzların Musul’da, yani kadim adıyla Ninova şehrinde devletli bir atabeyi İmadeddin Zengi vardı, oğlu Nureddin Zengi Selâhaddin Eyyubileri yetiştiren devletli fikirlerin ve kutlu menzillerin Sultanıydı.

recep-tayyip-erdogan-kimdir

Bir gece rüyasında Mescidi Nebeviye ilişen ve efendimizin (s.a.v.) mübarek bedenini tünel kazarak çalıp için Avrupanın paganist ovalarına kaçırmak isteyen şakileri gördü. Bu keşfi onu derhal harekete geçirdi ve İbrahimi bir havvas ile işaretini aldığı bu metafizik istihbarat üzerine Medine’ye bir süvari birlik göndererek küffarın en şerlilerinden olan Kerak Lordu Renald De Chatillion’un tebdili kıyafetle gönderdiği tapınakçı şövalyeleri yer altında kabre doğru kazdıkları tünelde yakalayıp kılıçtan geçirtti. Bizse bunları tarih masalı gibi dinleye geldik. Nureddin Zengi Musul’da bir tüccar değildi, bizim Nureddin’di o, Avşarlu beyi Nureddin Zengi!

Sultan Nureddin Mahmud Zengi (Rahmetullahialeyh) Şam’daki Kabri

Sultan Nureddin Mahmud Zengi (Rahmetullahialeyh) Şam’daki Kabri

Bu kısa hafıza kontrolünden sonra Ramazan bayramı arefesinde teessürle karşıladığımız Medine-i Münevvere’de patlayan bombalar, bizim bu coğrafyaya gelişimizin mücadeleyle başlayıp mücadeleyle devam ettiği gerçeğini göstermektedir. Bu mücadele hak ile batıl mücadelesidir, hani şu bittiğinde kıyametin kopacağı, imtihan sırrı nedeniyle bitmesi namümkün fakat mücadelesi emrolunan savaş.

Fransa, Charlie Hebdo, Paris katliamı, Ankara ve İstanbul saldırıları, AB’deki manidar çalkantılar ve iç karışıklıklar, Suriye’de, Irak’ta tüm Orta Doğuda ve Afrika’da kaos. Eksen olma arzusu yani evrensel idealleri hani şu bizim dildeki “alemşümûl idealler” taşıyan belli başlı devletler hizaya sokulmaya çalışılıyor. Oyun çoklu algoritmik düzenle kurulmuş. Evet, 3. Dünya savaşını idrak ediyoruz, kendi zamane enstrümanlarıyla, terör arayüzüyle!
Sen Işid, Pkk, Dhkpc, Asala, El Kaide, Otpor sanırsın. O aslında tektir, değişmemiştir, aynıdır. Dikkat! Bu coğrafyaya geldik geleli Moğol baskınları, haçlı seferleri, siyasal mezhepçi savaşlar, iç çekişmeler, darbeler ve sayısız mücadelelerle geçti. Bu gün değişen sadece isimler, hak batıl savaşı devam ediyor. Mesele şu ki, bu üç günlük dünyada biz hangi saftayız…
En basit polisiye mantıkla soralım, bu işten kim kârlı çıkıyor? Dünyanın süper güçleri bir olmuş ama Orta Doğunun göbeğinde çıban başı gibi fitne fesat üreten bir terör örgütünü bitiremiyor? Bitirmek mi istemiyor? Öyle ya, ölümü gösterip sıtmaya razı etmek tanıdığımız bir düşmanın tekniği. Yeni dünya savaşları, küresel operasyonlar devletlerin istihbaratları tarafından çok uluslu terör örgütlerine tevdi edilerek maskeli savaşlar devrini başlattı. Biz uluslararası ilişkiler literatüründe buna Kontrollü Gerilim Stratejisi diyoruz ki, ülke olarak bu terörle çok yüz göz olmuşluğumuz vardır.

Pkk, Işid, Boko Haram, Otpor, Dhkp-c gibi kurumsallaşmış taşeron terör örgütleri, daima uluslar arası ilişkilerin menfaatler üzerine kurulu dünyasında kullanılan, devletlere nüfus etme ve gerektiğinde müdahale için her türlü operasyonel hizmet veren kurumsal terörizm sektörüdür. Evet bir sektördür!

Geçtiğimiz günlerde Işid İstanbul Atatürk Havalimanına bombalı saldırı düzenledi, her ne kadar kerameti kendinden menkul olsa da kendine “devlet” diyen bir terör örgütü Türkiye ile karşılaştırmalı askeri veya siyasi hesap yaptığında mantığın en süfli derecesinde bile bu saldırıyı yapmaması gerektiğini pekala biliyordu, peki İstanbul’a sivillere saldırının sebebi ne? Bundan ne kazanacaktı? Tabi ki de tasmalarını tutan “üst akıl” yani şer kutbunun şeytani kuvvenin zamane temsilcilerinin yüce ideallerinin icrası için! Ankara’ya bir mesaj verildi, “sen ne hadle bize direnir ve varlık iddia edersin?”.

Türkiye hiç olmadığı kadar siyasal ve ekonomik güce erişti. Bunu gören Stratfor (Stratejik Araştırma Kurumu) Türkiye’nin süper güç olacağını yıllardır dile getiriyordu. Bölgede ve dünyada kadim emelleri olan para hanedanları kendi takvimlerini takip ediyor ve yeni bir dünya şekilleniyorken, kimlerin masada oturup kimlerin masaya yatırılacağının idrak edileceği şu günlerde içerde ne olduğunu anlamak için büyük tabloya bakmak ve çok iyi okumak gerekir.

İçerde bunu halen görememiş veya görmek istemeyen, aklını ideolojilere kiralamış kâh sağ kâh sol tandanslı ama ne hikmetse göbeği Berlin’e ve Londra’ya bağlı kanat devletin, milletin, siyasi iradenin ve Türkiye’nin istikbalinin hassasiyetine ihanet etmekte ve dışarıda oyun kuran “bu hayasız akının” şeytani plânlarına çanak tutmaktadırlar. Türkiye’nin korkutan gücü, buna rağmen dik durabilmesidir.

Geziyle, Paralel yapıyla, terörle hizaya getirilmeye çalışılan milli irade, kendi köprüsünü, havaalanını, insansız füze başlığı taşıyan insansız hava aracını, özgün teknolojilerini geliştirmişken ve bu önlenemez kararlılığını bölgeye ve dünyaya göstermişken, üst akıl Türkiye’de ittifak yaptığı kontürlü medya ve terör işbirlikçileriyle çaresiz kalmış görünüyor. Türkiye’nin bu aslına rücu eylemine dur diyecek alternatiflerin hepsini deniyor ve Orta Doğuda kapalı gişe oynattığı tiyatroyu İstanbul’a kadar iliştiriyor.

Paris’te patlayan bombalar ve terör eylemleri için “terörü lanetleyen” kumaşı farklı kesim, Türkiye’ye yapılan saldırılarda Hükümeti, Devleti ve kolluk güçlerini suçlamaktan hatta iftira atmaktan geri durmuyor. Bu iki yüzlülüğün nedenini “hak hürriyet emek” diye bağırırken kaldırım taşını söküp esnafın camını çerçevesini dağıtan zihniyetin yüzüne tükürerek haykırıyoruz ki, bütün cihan toplansa vefalı Türk’ün kutlu yürüyüşünü durduramayacaklar.

Vaktin ruhu teoremi devreye girdi, eğer vaktin ruhu şerre galebe ederse Abdülhamid Han gibi fevkatdeha bir Sultan dahi muvaffak olamazken vaktin ruhu yani eskimez deyişiyle “harp talihinin” kader rüzgarı hak safına destek veriyorsa paslı süngüyle dahi geçirtmezler ağyarı! Türkiye jeopolitik konumu ve siyasi tutumu nedeniyle büyümesi engellenemeyecektir.

Haşmetmahab Sultan II. Abdülhamid Han, Medine-i Münevvere sınırına gelen Hicaz tren raylarının altına keçe döşetmişti, bu ince ruhu anlayamayanlar, uzun adamın uzun ince bir yoldaki yürüyüşünü nasıl anlasınlar! Ateş çemberi ortasında milli bir maç varken herkes milli takımı tutar, gün devlet günüdür, gün birlik olma günüdür.

İngiltere AB’den ayrılıyor, sanki AB’nin çok içindeymiş gibi. Cemiyet-i Akvam diye yutturduğu (Birleşmiş Milletler) kendi sömürgeleri ki biz buna uluslar arası ilişkilerde Common Wealth topluluklar diyoruz, kendini paklama ve kamuoyu varmış gibi gösterme gayesinden ileri geliyordu. Peki şimdi İngiltere’nin amacı nedir? Belli değil mi?

Amerika ilüzyonuyla bir yüzyıl yürüyen Angla-Saxon Töton kardeşler, yeni dünyanın şartları ve fenomenlerine uygun bir Common-Wealth (İngiliz sömürge şirket-devletleri) oluşturma çabasında. Amerikaile bir nikah tazeleme de diyebiliriz. Fransa’ya yapılan saldırıların nedeni, Frankafon toplulukların bulunduğu Afrika kıtasındaki Fransız hinterlandıydı. Afrika’daki değerli ham maddeleri kontrol etmek isteyen daha doğrusu tek elde tutmak isteyen o en üst konseyin Fransa’ya ağır ol, senin de defterin dürüldü, hasta ve yaşlı Avrupa’da miadını bekle mesajı veriyorlardı.

Mahallenizde ne olduğunu anlamak için Belediyenize, Belediyede ne olduğunu anlamak için şehre, şehirde ne döndüğünü anlamak için ülkenize, ülkenizi anlamak için de bölgeye ve dünyaya bakmak zorundasınız. Dişinizde yaşayan asalak bir bakteri gözleriniz, saçlarınız, kollarınız hakkında ne düşünüyor olabilir? Ne kadar doğru tahminlerde bulunabilir?

Türkiye bu büyük oyunda en kritik konumu işgal ediyor. Geçtiğimiz günlerde Google dünyanın ortasını belirlemiş, neresi dersiniz? Çorum. Bizim Çorum… Gerek jeopolitik konumumuz, gerek tarihi arka planımız bizi ister istemez bu büyük kavganın tam ortasına koyuyor.

“Sizin Şam’da ne işiniz var, Filistin’de ne işiniz var” diyen zihniyetin miadı çoktan doldu, o bakan körler hipnozdan kurtulamamış aklı gölgede kaladursun, Türkiye bu oyunu oynamaktan çok yönetme eğilimi gösteriyor. Rusya ve İsrail ile geliştirilen siyasetin arkasında da şüphesiz bu denklemin gereklilikleri yatıyor. Oyunu gören Rusya, İngilizlerin deliğinden iki defa sokulmamaya karar verdi. Ve Türkiye’ye yakınlaştı, haberlerde Medvedev’in Rus vatandaşlarını Türkiye’ye rahatlıkla gidebileceklerini telkin ettiğine de şahit olduk.

Bir olmalı, diri olmalı, iri olmalıyız ki, oyuna gelen değil oyunu kuran ve bundan hem devlet olarak hem de mazlumların tek umudu, insanlığın son kalesi olan Anadolu bağrını ağuşunu açmış şekilde güçlü ve basiretli tutalım.

Öte yandan dile kolay yaklaşık üç milyon Suriyeli’ye ensar olan Türkiye, göçmenler için Türk vatandaşlığı meselesini gündeme getirdi. Kimisi “istemezük” naraları atarken, kimisi “Siz Avrupa ve Amerika için vatandaşlık için kuyruğuna giriyorsunuz da Suriyeli’ler niye Türk vatandaşı olmasın” edebiyatı yapıyor. Benim naçizane bir fikrim var, Suriyeli muhacirlere Türk vatandaşlığını Suriye’de verelim. Ne şiş yansın ne kebap. Dile kolay, 402 yıl 1 Osmanlı valisiyle yönettiğimiz Şam, bize çok yabancı değil. Yabancılık çekenler, zaten bizden değil!

*Yazarların görüşleri mutlak olarak Prizren Post’un görüşlerini temsil etmemektedir.

Etiketa: ,