Yetim Başı Okşamak


Cuma, Kasım 4th 2016
Harun KARAHANLI

Harun KARAHANLI

Gazeteler, Tv’ler, sosyal medya ve diğer dedikodular. Dünyaya bir algı servis ediliyor, üç aşağı beş yukarı herkes aynı şeyin türevlerinden bahsediyor. Birkaç cılız ses hariç. Her gün yeni bir gelişme gündeme “bomba” gibi düşüyor. Deli gibi ortalıkta tepinircesine sinekleri vurmaya çalışan zihinler, bataklığın farkında değil. Aslında merak bile etmediler.

Daha önceki yıllarda Gerçek Hayat dergisinde uluslar arası “know-how” (bilgi usülünün) yani metodolojik literatürün gizli öznesinin bizim mahalleden olmadığını uzun uzun dile getirmeye çalıştım. Şimdi fazlaca, idrakimizin bile yerli olmadığından dem vuramayacağım. Kısa özetlerle değerli okurların alicenap vicdanına bırakmak istiyorum, “Selimiye camisinin yamuk olmayan minaresi”ni…

Arap kültürünü İslâm sanmakla, batı kültürünü medeniyet sanmak, fötr şapka giyerek medeni, sarık cübbe giyerek sahabi olacağını sanmak yanılgısıyla birdir. Zengin-fakir, soylu-reaya, zayıf-güçlü, bizimki-öteki yoktur, bir kâmil insan vardır bir de, cahil… Yusuf Has Hacib’ten, Ahmet Yesevi’den, Hallacı Mansur’dan, Seyyid Nesimi’den, Gazali’den, Mevlana’dan, Yunus’tan Horasan Baba’dan biz böyle gördük bunu öğrendik.

Cevizi kabuğundan ibaret sandığı için içindeki şifa veren yemişine de hiç ulaşamayan şekilperest din anlayışıyla, Anadolu’nun dindeki hâl anlayışı tabi ki aynı sonuçları vermeyecekti.

Arap dünyasında “Haremci Türkler sizi sömürüyordu” dedirten güç, Türkiye’de de “Araplar haindir” algısını oluşturdu. Malum, padişah-ı penah hazretlerinin seyyaresi yaklaşık 200 bin “beygir” gücünde olduğundan uzun yıllar Arap’ların petrolünü sömürdü. Malum, Arap çölleri dağı taşı altın! Neyini sömürdüysek ceziret-ül Arab’ın. Surre alaylarından bahsetmiyorum bile.

Tarihin tozlu sayfalarında Mustafa Kemal Paşa’ya Şam’dan Şam ahalisinin cemi cümle gönderdiği Türkiye ile siyasi iktisadi birlik mektuplarına, Ankara’dan aylar sonra mealen ”biz artık yüzümüzü batıya döndük, sizden sadece cehalet ve yobazlık sıçrıyor” ayarında bir cevap verilmişti. Tabi “bizim Hüseyin” okulda basma kalıp bir tedrisattan geçtiği için bu ince nüansları hiçbir zaman görmedi, bilmedi. 400 küsur yıl 1 valiyle yönettiğimiz Şam bize yabancı değil, yabancılık çekenler zaten bizden değil.

Savaşlar, darbeler, terörler, iç çatışmalar, kaos. Önce aklı sonra kalbi sorgulayalım. Bunların hepsi için siyasi, iktisadi, askeri önlemlerimiz var. Bu önlemler fiziki dünyada “nasıl” sorusunun cevaplarını ihtiva ederken, alınan kararlar ve atılan adımlar daha çok “neden” sorusunun cevabını vermelidir.

Bedir’den Çanakkale’ye ortak paydası tevhid olan insanlar topluluğu; yani Müslümanlar lütfen düşünsünler. Biz filmin başında bir imtihan için gönderilmiştik. Habil Kabil ile ilk kan dökülünce, ardı arkası gelmeyen badireler atlatarak ki bu insanlık tarihi anlamına geliyor, bu günlere kadar geldik. Peki bizim niyetimiz amacımız nedir? Mesela süper güç olmak mı? Kazanalım, elde edelim dürtüsüyle dünya ve dünya nesnelerine karşı bir sahip edinim kuvvesiyle “kuru bir cihangirlik davası” mı güdüyoruz?

Yani tüm derdimiz milli geliri arttırmak, en iyi devlet olmak, zengin olmak, sahip olmak, her zaman menfaat ve çıkarlarımız doğrultusunda yürümek mi? Bununla mı sorguya çekileceğiz? Tabi ki zavallı olmayı savunmuyorum. Ama kâr zarar hesabını iyi görmeliyiz. Şimdi ben Aşık Sümmaniyi anmayayım da öleyim mi? “Dünyayı sevenler veli değildir, canı terk edenler deli değildir. İnsanoğlu gamdan hali değildir her birini bir efkâra yazmışlar. Nedir bu sevdanın nihayetinde, yadlar gezer yarın vilayetinde.

Bizim güçlü olmamızın, milli geliri arttırmamızın, şu meşhur devletler muvazenesinde en mümtaz yere kapaklanma arzumuzun tek bir nedeni var ve olmalı! Biz çiğneyip çiğnenip hakkı tutup kaldırmak için varız. Eğer masumiyetin resmi o Halepli küçük kız ağlayacaksa, dünyayı güldürmemeliyiz. Eğer Şam’ın Haleb’in Türkmen dağının namusu iki paralık olmuş ve kendi kat karşılığı evimizde huzurlu yatıyorsak imanımızdan şüphe etmeliyiz. Biz bu dünyada zaferle değil seferle memuruz. Tabi ki Müslüman kardeşlerimize ki Müslüman olmasa da kadın çocuk yaşlı’da din diyanet akrabalık bağı aramayız çünkü;

Bundan 250 yıl önce Amerika, 700 yıl önce Rusya, 1500 yıl önce İngiliz, 1700 yıl önce Fransız diye bir şey bulamazsınız. Tarihte ne kadar geriye giderseniz gidin Türk, Turani, Kurgan kültürü her zaman karşınıza çıkacaktır. Devletler, imparatorluklar, medeniyetler kuran bu milleti güzellemek değil bu çabam. Nuh oğlu Yafes oğlu Kantura neslinden olduğunu iddia eden Tevrat kaynaklı görüşü de bir kenara bıraksak, geçmişinde bırakın soykırımı, katli ve barbarlığı, bilakis insanlığı ve medeniyeti dünyaya öğreten bir şecaat ve hamiyet sergilemiştir. Hem de düşmanına bile.

Düşene el uzatmazsa, yetim başı okşamazsa, kendisine sığınana sahip çıkmazsa ne kadar “Türk” Oğuz olunur ey güzel ülkemin milliyetperverleri?

Öte yandan dile kolay yaklaşık üç milyon Suriyeli’ye ensar olan Türkiye, göçmenler için Türk vatandaşlığı meselesini gündeme getirdi. Kimisi “istemezük” naraları atarken, kimisi “Siz Avrupa ve Amerika için vatandaşlık için kuyruğuna giriyorsunuz da Suriyeli’ler niye Türk vatandaşı olmasın” edebiyatı yapıyor. Benim naçizane bir fikrim var, Suriyeli muhacirlere Biladi-ş Şam özel Türk vatandaşlığını Suriye’de verelim. Reis-i Cumhurumuz “güvenli bölge” fikrini beklide bu temelde ortaya koymuştu.

Harun Davud KARAHANLI | Girişimci – Yazar

*Yazarların görüşleri mutlak olarak Prizren Post’un görüşlerini temsil etmemektedir.

Etiketa: ,