Zaferden sonra tövbe


Pazar, Temmuz 12th 2015
BİROL DOK

BİROL DOK

“Ey Muhammed! Allah’ın yardımı ve zafer günü gelip, insanların Allah’ın dinine akın akın girdiklerini görünce, Rabbini överek tesbih et; O’ndan bağışlama dile, çünkü O, tevbeleri daima kabul edendir.” (Nasr Suresi / Ayet: 1-3)

Milletimiz için ayrı bir öneme haiz olan Ağustos ayı içerisinde bulunan 26 Ağustos günü aklımıza hiç şüphesiz ki, Malazgirt Meydan Muharebesini ve tabii ki bir de onun kahramanı Alparslan’ı getiriyor.

26 Ağustos 1071 Cuma günü askerlerini toplayan Alparslan, secdeye vardıktan sonra;

“Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyorum; azametin karşısında yüzümüzü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir; bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!” diye dua ediyor ve ordusuna sa şöyle hitap ediyordu:

“Ey askerlerim! Eğer şehit olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır. Benden sonra Melikşah’ı tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak İstikbal bizimdir.’ (1) diyor ve şu ikazını da yapıyordu: ‘İsteyen geri dönsün. Burada sultan yoktur. Ben de sizin gibi neferim.” (2).

Tabii ki bu yazıda Malazgırt Zaferimizi geniş bir şekilde anlatmayacağız. Ancak, orda geçen haller ve konuşmalar birer ibret vesikası olarak karşımızda durmaktadır. Bu muhteşem zaferin ardından İslam’ın daha bir hızla yayılması ve dünyanın en muhteşem devleti olan Osmanlı’nın tohumlarının atılması ayrı bir öneme sahiptir.

Osmanlı padişahlarını sürekli uyaran şuurlu insanların söylediği; “mağrurlama padişahım senden büyük Allah var” cümlesi ve gündemimizi sürekli işgal eden nefsimiz, bize nefse hakimiyetin ne kadar önemli olduğunu hatırlatmaktadır. Sultan Alparslan’ın ölüm anındaki şu hadiseyi zikreden Ahmet Cevdet Paşa’nın ‘Kısası-ı Enbiya’sından bu konuyla alakalı bölümü nakledelim:
‘Sultan Alparslan’ın emir-i Maveraünnehir (Maveraünnehir emiri) olan Şemsu’l-Melik Tekin ile araları bozulduğundan Alparslan dört yüz altmış beş senesinde nehr-i Ceyhun (Ceyhun nehri) üzerine köprü kurup iki yüz bin askerle Maveraünnehir’e geçti. Adamları, hilal-i Rebi-ul’evvel’de (Rebiul’evvel ayında) Yusuf Harezmi diye maruf olan bir kal’a müstahfızını (koruyucusunu) tutup seririnin (tahtının) yanına götürdüklerinde dört kazık çakılıp da ellerinin, ayaklarının onlara rabtolunmasını emretmesi üzerine Yusuf ona ‘Be mühannes (korkak)! Benim gibi yiğit böyle mi katlolunur?’ deyince Sultan, gazaba gelip (öfkelenip) yayını eline aldı ve ‘bırakın şunu’ dedi. Bıraktılar. Sultan, ona bir ok attı.

Hata etti (vuramadı). Halbuki: Hemen o vakte kadar attığı okun hata ettiği yoktu.
Yusuf hemen Sultan’ın üzerine sıçradı. Sultan dahi seririnden (tahtından) inerken sürçüp yüz üstüne düşmekle Yusuf, onun üzerine çöküp yanındaki biçakla vurdu, boş böğründü yardı. Ümeradan (emirlerden) birini de yaraladı. Mehterler üşüp Yusuf’u katlettıler.

Sultan Alparslan, mecruhen (yaralı olarak) kalkıp haymesine (çadırına) gittikte ‘Her ne zaman düşman üzerinize azmetsem Allahü Teala hazretlerinden istiğase ederdim (yardım isterdim). Dün, bir tepe üzerine çıktığımda askerimin kesretinden (çokluğundan), ordumun ağırlığından bana ayağımın altındaki cebel (dağ) çalkalanıyor gibi geldi. Kuvvete mağrur oldum. Kendi kendime, ben dünyanın padişahıyım. Bana kim galebe edebilir? dedim. Bugün Cenab-ı Hak, en aciz bir kulu ile beni aciz kaldı’ deyip istiğfar (tevbe) etti ve Rebiu’l-evvel’in onuncu günü vefat eyledi.

Kerim, adil ve şeci (yiğit) bimuadil (eşsiz) bir zat-ı nadiru’l-emsal (benzeri çok az bulunur) idi. Huzurunda ekseriya tevarih (tarihler) ve ahkam ve adab-ı mülk okunurdu. Müddet-i saltanatı: Dokuz sene, altı ay, küsur günlerdir. Menakıbı (menkıbleri) çoktur. Tafsiline bu kitabın tahammülü yoktur. (Aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufran)’ (3).

Evet! Büyük komutan Alparslan zaferlerinin yanısıra ilme yaptığı hizmetlerle de tanınan bir hakandı. İmam-ı Gazzali, İmamü’l-Haremeyn Cüveyni, Ebu İshak Şirazi, Abdülkerim Kuşeyri, İmam-ı Serahsi gibi büyük alimler onun zamanında yetimiştir. Sultan Alparslan’ın (1029-1072) şu sözü onun itikadının safiyetine delildir:

“Biz bu ilkeleri Allah-u Teala’nın izniyle silah kuvveti ile aldık. Temiz müslümanlarız, bid’at nedir bilmeyiz. Bu sebepledir ki Allah-u Teala, halis Türkleri azşz kıldı” (4).

Müslümanların, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in buyurduğu üzere, savaş gibi “küçük cihad’lardan sonra, asıl “büyük cihad” olan nefsle mücadeleye hazır olmaları gerekir. Sultan Alparslan’ın mağrurlandığı o an için tövbe edip, Hakk’a (c.c.) ruhunu teslim etme hali bir ibret vesikasıdır. Bu ibretli durumdan ders almayan müsiümanlar; hayatını, gururlanma, nefsini kabartma ve kendini hesaba çekmeme ile hiç ölmeyecekmiş edalarıyla yaşamalarıyla, ecel geldiği an ne şekilde Hakk’a hesap vereceklerdir.

Nasr suresinde Yüce Allah (c.c.); kulu ve Resulü Muhammed’e (s.a.v.); yardım ve zafer günü gelip de insanların dine akın akın girdiklerini görmesiyle birlikte, Rabbini överek tesbih ederek O’ndan bağışlanma dilemesini emretmektedir. İşte, günümüz müslümanları da kazandıkları ufacık başarılar karşısında mağrurlanmayı bırakıp, Allah’a şükür ile O’nu överek tesbih etmeleri, ve af dilemeleri gerekirken, aksine bir tutumla nefislerini tatminin uğraşısı içerisindeler. Şu unutulmamalıdır ki, her ne hayır gelirse Allah’tandır. Ama her ne şer gelirse o bizim yaptıklarımızdan dolayı ve bizdendir.

Sadece Allah’ı dost bilen ve O’nun verdiklerinden dolayı şükreden, yaptıkları hatalardan ötürü de tövbeyi unutmayan kullar, zaferden sonra tövbenin önemini kavramış kamil müminlerdir.

Kamer Dergisi, Sayı 7, Ağustos 1996 yayımlanmıştır.


1. Yeni Rehber Ansiklopedisi, Cilt: 2, İstanbul, Alparslan maddesi.
2. Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulfa, Cilt: 2, İstanbul 1972, s. 246.
3. A.e., s. 247.
4. Yeni Rehber Ansiklopedisi, aynı yer.

*Yazarların görüşleri mutlak olarak Prizren Post’un görüşlerini temsil etmemektedir.

Etiketa: , , ,